Posts Tagged Lozan

Lozan Zafer mi, Hezimet mi?

British Foreign Minister (1924, March 3rd) :

“We must put an end to anything which brings about any Islamic unity between the sons of Muslims. As we have succeeded in finishing off the Khilafah so we must ensure that there will never arise unity for the Muslims whether it be intellectual or cultural unity.”

– The Islamic State, Taqiuddin An-Nabbahani, Al-Khilafah Publications

* * * * *

Lozan Zafer mi, Hezimet mi?
Kadir Mısıroğlu, cilt: 1, sayfa: 272-273

Ingiliz heyetinin başkanı Lord Gurzon, Lozan’da Ismet Paşa’nın müşaviri sıfatına haiz bulunan [Istanbul Hahambaşısı] Hayim Naum efendiyi çağırarak daha onceki taahhütlere uygun olarak hilafet ilga edilmediği takdirde sulhun gerçekleşemeyecegini söylemiştir. Esasen bu mesele ile öteden beri meşgul bulunan Hayim Naum Efendi, Ismet Paşa ile Lord Gurzon arasında bu mesele etrafındaki haberleri getirip götürmek suretiyle ciddi bir gayret sarfetmişti.

…..

Heyetin başkanı Ismet Inönü, tek başına ‘hilafeti kaldırma’ sözü verecek mevkide değildi. Hatta o günlerde TBMM’de hilafet lehine bir hava doğmuştu. Bizzat Mustafa Kemal Paşa hilafeti methediyordu. Mesela, Lord Gurzon’un tam Lozan’i terk ettiği gün, meşhur Balıkesir Hutbesini irad etmişti. Binaenaleyh, Hayim Naum’a müspet bir cevap veremedi.

Ismet’le işi bitiremeyen Hahambaşı hemen atlayıp Türkiye’ye dönüyor. O esnada Izmir Iktisad Kongresinde bulunan Mustafa Kemal Paşa ile görüşüyor.

*****

Harp Hatıralarım
Ali Ihsan Sabis, cilt: 5, sayfa: 358

Hatta, iddiaya gore Hayim Naum’a bir de yazılı ‘taahhüt’ veriliyor. Ve akabinde ‘yorgun olduğu’ ileri sürülerek ordu terhis ediliyor.

*****

Hatıraları ve Söylemedikleri ile Rauf Orbay
Feridun Kandemir, sayfa: 96-97

Ismet Paşa, anlaşıldığına göre, Lozan’da Ingilizlerle bir nev’i gizli arabuluculuk rolü oynayan Istanbul’un Hahambaşısı Hayim Naum Efendinin telkinleriyle, hilafetin artık ne şekilde olursa olsun Türkiye’de devamına müsaade edilmeyip derhal atılması lüzumu fikrini tamamiyle benimsemiş bulunuyordu. Peki, ya dört-beş ay önceki hilafete bağlılık hatta hilafetin kuvvetlendirilmesi düşünce ve kanaati ve bu yoldaki kat’i ifadeler ve Islam alemine bunun duyurulması hususundaki telaş ve heyecan ne olmuştu?

*****

Cumhuriyet’e Giden Yol
Abdurrahman Dilipak, 1991
sayfa: 330-335

Lozan’da Ne Oldu?

Her şey Lozan görüşmeleri sırasında oldu. Bir çok kaynaklarda “gizli bir andlaşma ile Ismet Paşa’nın Ingilizlere Hilafeti kaldırma sözü verdiği” belirtiliyor. Yakın Tarih Ansiklopedisinde de bu tez bir çok belge ile teyid edilmektedir.

Haim Nahum Efendi’nin bu yeni oluşumlarda büyük rolü olduğu görülüyor.. Daha sonra Mısır’a giderek Nasır’ın danışmanları arasında yer alacak olan Nahum efendi, projesini Amerika’da hazırlamış, Amerikan ve Fransız entelijansı ile birlikte sonuçlandırmıştır.. Nahum efendi Ismet Paşa’nın Lozan’da yanından ayrılmamış ve Mustafa Kemal Paşa ile de Izmir Iktisat Kongresi esnasında gorüşerek bu konuda görüş alışverişinde bulunmuştur.

Izmir Iktisat Kongresi yeni Turkiye Cumhuriyeti icin bir dönüm noktasıdır. Ali Ihsan Sabis bu görüşmeden sonra askerlerin yorgun oldugu gerekcesi ile terhis edildiğini yazar. Lord Gurzon görüşmelerin sonunda Hilafetin kaldırılması ile sulhün mümkün olabileceği mesajını verecektir.

Karabekir’in hatıralarında belirttigine gore Nahum Batılı ülkelere “Türklerin Islami bünyesini değiştirerek onların Protestanlığı kabul etmelerinin kolaylaştırılacağını” anlatmıştır. Gerçekten de Lozan sonrası gelişmeler cok ilginçtir. Batılılara ve azınlıklara bir cok imtiyazlar verilirken, okullardaki Islam tarihi, Osmanlı tarihi kaldırılarak Yunan Medeniyeti tarihi konmuş, Maarif Vekaleti Batı klasiklerini tercüme ettirerek, ardından ders kitaplarını Yunan ve Batı düşüncesi doğrultusunda yenileyerek bu emele hizmet edilmiştir.

Yakın Tarih Ansiklopedisi’nin 3. cildinde yer alan(sayfa:62) bir belgeye gore, Haim Nahum Gurzon’a “Siz Turkiye’nin mulki tamamiyetini kabul edin, onlara ben Islamiyet’i ve Islam temsilciliklerini ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüt ediyorum.” demiştir.

Inönü Lozan kahramanıdır ve Halife sınır dışına gönderilmiştir. Tek Parti iktidarının Istiklal Mahkemeleri ve Takrir-i Sükun gibi iki önemli silahı vardır artık. Ve Turkiye Cumhuriyeti yeniden biçimlendirilmektedir. Bu kez Kurtuluş Savaşı ruhuna karşı yeni bir utopya, devlet zihniyetine hakimdir.

Olaylar bundan sonra arkası arkasına gelişir. 3 Mart 1340 (1924) Tevhid-i Tedrisat.. Dini çevrelerde bir kıpırdanış. 20 Nisan: Turkiye devletinin dini din-i Islamdır.. Sistem Cumhuriyet, Din Islam, zahiren önemli bir değişiklik gözlenmiyor.

1 Şubat 1925 Şeyh Said isyanı. Ingilizler bir yandan Şeyh Said’i destekler görünüp öte yandan Ankara’yı Şeyh Said’e karşı kışkırtır. Devlet-şeriat hesaplaşması örgütlenmektedir… 29 Haziran 1925’de Diyarbakır’da 47 idam. 4 Mart 1925 Takrir-i Sükun kanunu… Ve ardından devrimler başladı. Şapka kanunu, Türbe ve Zaviyelerin kapatılması.

2.5.1928’de, 1924 Anayasasının 2. maddesi değiştirilerek “Türkiye devletinin dini din-i Islamdır” ibaresi çıkarıldı ve yerine de herhangi bir hüküm konmadı. Din yoktu artık. Allah adına yapılan yeminlerdeki “Vallahi” yerine “Namusum üzerine söz veririm” ibaresi kondu.

Aynı zamanda Anayasa’nın 26. maddesi de degiştirilerek TBMM’nin görevleri arasındaki seriat hükümlerinin yerine getirilmesine ilişkin hüküm de yok edildi.

…….

“Batı’ya kalkan tren” hızını almıştı.

“Hilafet’in kaldırılmasına dıştan ve içten akisler” derleyen Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı’nın Nisan sayısında bu konuya oldukca geniş yer ayırıyor. Ikbal gibi Islam şairleri o zaman Mustafa Kemal’i “Mücahid-i Islam” olarak selamlıyordu. Sonra “Eyvah”ı yazacaktı ama olan olacaktı bu arada.

Kabaklı’nın bu derlemesini özet olarak buraya aktarıyorum:

Türklerin hilafeti ansızın ve beklenmeyen bir tarzda kaldırmaları başta Ingilizler olmak üzere bütün Batı’dan alkış toplamıştır. Bu bakımdan Mustafa Kemal Paşa’ya yöneltilen pek çok övgüler arasında General Sheiril Mustafa Kemal Paşa’yı ünlü Protestan reformcu Martin Luther’e benzetmektedir.

Ingiliz yazarı Ph. Gravet “Saltanat ve Hilafet’in kaldırılmasını Türkiye’yi bir Avrupa devleti haline getirmek isteyen devrimci değişikliklerin ilki” olarak yorumluyor.

Hind müslümanları ve Avrupa müslümanları Hilafetin kaldırılması karşısında hayal kırıklıklarını ifade ederlerken “Briton and Turk, London 1941″de şu görüşler yer almaktaydı: “Türk Cumhuriyetcileri, müslüman uyrukları olan herhangi bir gayrimuslim devlet icin (Ingiltere gibi) her zaman güçlükler çıkartacak bir kurumu (Hilafeti) ortadan kaldırmakla Britanya Imparatorluğu’na olağanüstü bir iyilik yapmıştır.”

* * *

Çeşitli kaynaklarda verilen bilgilerden, meselenin sadece “Hilafeti kaldırmak” meselesi olmadığı, bunun ötesinde, Mustafa Kemal ve avanesinin Türkiye’yi resmen hristiyan yapmayı bir süre düşündükleri görülüyor. Hayim Naum’un da bu maksadla Mustafa Kemal’le birkaç kez görüştüğü anlaşılıyor.

Yorum bırakın

Mısır’ı Lozan’da nasıl kaybettik?

İngiltere’nin kudretli başbakanı Gladstone, bundan 129 yıl önce Parlamento’da konuşmaktadır. Elinde tuttuğu Kur’an-ı Kerim’i parlamenterlere göstererek şu sözleri söyler: “Bu kitap Müslümanların elinde kaldıkça ve Müslümanlar ona saygı gösterdikçe bizim bu ülkeye hakim olmamız mümkün değildir. Tek çare, onları Kur’an’dan uzaklaştırmaktır.”

Gladstone’un sözleri İslam dünyasında şok etkisi yapar. Said Nursi’nin zihnî dönüşümünün de başlangıcını teşkil edecek olan bu konuşma, pek bilinmez ama özel olarak Mısır Müslümanları hakkındadır. Üstelik 1882′de başlayan Mısır’daki İngiliz işgali karşısında tepki gösteren tek kişi Said Nursi değildir. Asıl eli taşın altında olan, devrin padişahı II. Abdülhamid’in de baş düşman olarak hedefine yerleştirdiği isimlerden biridir Gladstone.

İşte Abdülhamid Han’ın, işgal edilmiş olsa bile kendi toprağı olan Mısır’ı teslim etmemek uğruna hangi yollara başvurduğunun ve emperyalizmle diplomasi kanalından nasıl mücadele ettiğinin çarpıcı hikâyesi.

Süleyman Kızıltoprak’ın “Mısır’da İngiliz İşgali: Osmanlı’nın Diplomasi Savaşı” (Tarih Vakfı: 2010) adlı kitabı, nadir rastlanan bir titizlikle Abdülhamid’in İngiltere’ye karşı Mısır’ı nasıl başarıyla savunduğunu gözler önüne seren bilimsel bir çalışma.

Öncelikle şunu teslim etmeliyiz ki, Abdülhamid’in Mısır’ın işgali karşısında verdiği diplomatik mücadele, bu ülkenin sömürgeleştirilmesine yönelik İngiliz politikalarını engellemiş ve geciktirmiştir. İngiltere, Abdülhamid’i anlaşma yapmaya zorlamış, hatta anlaşmanın eşiğine kadar gelinmiş ama Sultan’ın direnişini kırmak mümkün olamamıştı.

Mısır’ın İngiliz egemenliğine geçişinde Urabi Paşa isyanının önemli bir yeri vardır. Abdülhamid bu isyanı engellemek için uğraşıp didinmiş, üst üste heyetler göndermişse de engel olamamıştı. İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti’ni isyanı bastırmaya çağırdı. Ne var ki, burada bir bubi tuzağı gizliydi. Eğer Osmanlı ordusu isyanı bastırırsa emperyalist ülkelerin çıkarları için Osmanlı askeri Müslüman kanı dökmüş olacaktı. Bastıramazsa bu defa da Mısır’daki egemenliği sona ermiş olacaktı. Abdülhamid müdahale etmemeyi tercih edecektir.

Bunun üzerine toplanan İstanbul Konferansı, Abdülhamid’in Mısır siyasetinin ipuçlarını verecektir. Bir kere Abdülhamid, Osmanlı Devleti’nin sorunlarının uluslararası platformlarda tartışılmasına karşıdır. Konferanslar yerine birebir diplomatik ilişkilere önem veren Abdülhamid, 1) Olayı zamana yaymak, 2) Ortaya çıkacak fırsatları yakalamak şeklinde özetlenebilecek bir dış politika izlemeye kararlıdır.

Bunun için de Avrupa dengelerini gözetmek ve bu arada kendisine bir manevra sahası bulmak peşindedir. Ahmet Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik”te tespit ettiği gibi elindeki imkânları ile hedefleri arasında gerçekçi bir ilişki kuran Abdülhamid, kısıtlı imkânlarla büyük idealler peşinde koşmanın bizi evdeki bulgurdan da edeceğine inanır. Bu yüzden Mısır sorununda gerçekçi davranmış, İslam Birliği siyasetini İngiltere’ye karşı sadece caydırıcı bir baskı aracı olarak kullanmaktan ileri gitmemiş, İngiltere’nin müdahale teklifinin bir tuzak olduğunu önceden görmüş ve bir maceraya girmekten kaçınmıştır.

Öte yandan Urabi Paşa’yı isyandan vazgeçirerek gelecekte Hıdiv yapmayı ve böylece Mısır’da Osmanlı nüfuzunu artırmayı da düşünmüş ve ona bir nişan göndererek ödüllendirmiş olan Abdülhamid’in bütün bu çabaları İngilizlerin Mısır’ı işgalini önlemeye yetmedi. İşgalden sonra bu defa Gazi Ahmed Muhtar Paşa “Mısır Yüksek Komiseri” olarak tayin edilmiş ve 24 yıl boyunca bu görevde kalmış, Osmanlı Devleti’nin haklarını Mısır’da savunmuştur.

Nihayet 1887′de İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında bir anlaşma yapılma noktasına varılmıştır. Abdülhamid’in de onayladığı 4 maddelik anlaşmaya göre İngiltere Mısır’ı 1,5 yıl içinde boşaltacak, Mısır ordusunda çok az İngiliz subayı kalacak, bir isyan çıkarsa Osmanlı Devleti’nin müdahale hakkı olacak, dışarıdan bir tecavüze İngiltere ile Osmanlı ittifakı karşı koyacaktı. Nihayet Sudan ve Mısır’ın Osmanlı toprağı olduğu kabul edilecekti. İngiltere bu şartlara itiraz etti ve nihayet bazı maddelerin değiştirilmesini istedi. Buna göre Süveyş Kanalı açık bulundurulacak, İngiltere, bir miktar askeri Mısır’da bırakacak, gerektiğinde yeniden asker gönderme hakkına sahip olacak, askerlerini 3 yıl içinde geri çekecektir.

Osmanlı tarafı Mısır’ın tahliyesini bir takvime bağlamak istedikçe İngiltere ayak diriyor, müdahale hakkının sadece kendilerinde bulunmasını istiyordu. Anlaşma İngiltere’nin aslında Mısır’ı boşaltmaya niyetli olmadığını gösteriyordu. Sultan Abdülhamid anlaşmayı inceledi, yine diplomatik kanallardan anlaşmanın değiştirilmesini sağlamaya çalıştıysa da olumlu bir sonuç alamadı. Mısır’ın resmen İngiltere’nin insafına terk edileceğini gören Abdülhamid, anlaşmayı imzalamayı reddetti.

Sonuç olarak Osmanlı Devleti’nin İngilizlerin Mısır’ı işgalini tanımalarını getirecek olan anlaşmayı reddederek Mısır’ın tamamen İngiliz işgaline girmesine izin vermediğini görüyoruz. Böylece İngiltere’nin Mısır’ı ele geçirip sömürgeleştirmesinin önüne geçilmiş oldu. S. Kızıltoprak’ın tespitiyle söylersek: “Osmanlı Devleti, Mısır’daki egemenliğinden vazgeçmeyerek Mısır hükümetini ve Hıdiv’i İngiltere’ye karşı savunmasız bırakmamış, en azından kolay lokma yapmamıştır.”

Abdülhamid’in bu diplomatik direnişiyle Mısır’da Osmanlı egemenliği savaşın çıktığı 1914′e kadar devam etmiş, bu tarihte İngiltere Mısır’ı himayesine almış, 1922′de ise tek taraflı olarak Mısır’ın bağımsızlığını ilan etmiştir.

Pek bilinmez ama Mısır’ın resmen elimizden çıkması, Lozan’la olmuş, Abdülhamid’in 36 yıl önce atmadığı imza Lozan’da atılmıştır. Lozan’ın 17. maddesi şöyle der: “Türkiye’nin Mısır ve Sudan üzerindeki bütün hak ve dayanaklarından feragatinin hükmü 5 Kasım 1914 tarihinden geçerlidir.”

Mustafa Armağan – Zaman

,

3 Yorum